Birkaç varoluşsal kriz ft çocukluk anıları
Ben kimim?
Hayır, ciddi olarak soruyorum, kimim ben? Bir isim ve ardından da gelen bir soy isimle tanımlanamayacağımın farkındayım. Bir kaç rakamla birlikte belki doğduğum yıla ulaşılabilir yahut belirli ve yüksek mecralar kimlik numaramla (ki bu da bir kaç rakamın içine giriyor) fazladan bilgi edinebilirler ama ben bundan ibaret olamam. Olmamalıyım. Bir robot değilim ki yalnızca isim ve birkaç rakamla tanımlanabileyim. Robot olmadığımdan eminim, sitelerdeki 'ben robot değilim' kutucuğunu işaretleyebilecek yetkiye sahibim ve bu da robot olmadığımın kanıtı.
Şu sıralar kim olduğum hakkında çok fazla düşünmeye başladım ve bu düşüncelerin gece ikiden sonra aklımda yer etmesi bana üstad ted mosby'i hatırlattığı için beni endişeye sürüklüyor. Neredeyse on sekiz yaşındayım. Bunca yıl boyunca kim olduğum hakkında zerre düşünmedim ve sizi temin ederim ki önceki hayatımda bile böyle mutlu yaşamamışımdır. Ama şimdi bu kim olduğunu sorgulama işi hayatımın o mutlu geçen kısımlarını keskin bir darbeyle sona erdirdi ve bu durum beni hiç memnun etmiyor.
Bir öykü okumuştum, bir zamanlar ejderha olan bir insanın üşümesinin verdiği acı hakkındaydı ve dostlarım, ister istemez kendimi o bir zamanlar ejderha olan insana benzetiyorum. Hayır, önceki hayatım da dahil olmak üzere hiç ejderha olmadım hatta bir kere bile ejderha görmedim. Ama çok sıcak bir çocukluk yaşadım. Kahvaltı sonrası sokağa çıktım ve güneşin batışıyla beraber üzerime sinen o tarif edilemez sokak kokusuyla eve girdim. Çok top patlattım, bisiklet sürmeyi destek tekerleriyle öğrendim ben de birçok çocuk gibi ve destek tekerlerine bağlıyken hız yapmamam gerektiğini tecrübe ettim defalarca. Renkli taşları ezip toz haline getirdim ve onlarla yemek yaptım. Buzdolabından aşırdığım peynirlerle çok kedi besledim. Horoz tarafından çok yere düşürüldüm ve sonrasında ağlayarak kümesteki yumurtaları topladım. Karıncaları çok severdim ve bizimle yaşamalarını isterdim. Elimle tek tek karınca toplayıp bir kovaya doldururdum ve sonra o kovayı evimizin salonuna dökerdim. Bir gün asker karıncaların yuvasına elimi daldırdım ve o günden beri karıncalara yaklaşırken iki kez düşünüyorum. Kağıt katlama konusunda iyiydim, ejderha bile yapabiliyordum ama zamanla hepsini unuttum.
Okulda, boyum uzun olduğu için hep en arkaya oturtuldum ve beklemekten nefret ettim. Çok kitap okudum ve çok konuştum. Çokça dışlandım ve okul değiştirdim. Kendini ifade edebilen bir insana göre gerçekten saçma ve talihsiz şeyler yaşadım ama yarını bir sürpriz kabul ederek neredeyse on sekiz yaşıma geldim ve açıkçası yarını düşünmeme neyin sebep olduğunu bilmemek beni daha da endişelendiriyor. Çünkü bilsem önlem alırım ya da durumu ortadan kaldırırım. Ama bilmiyorum ve hiçbir şey yapmadan öylece beklemek beni sinirlendiriyor. Beklemeye olan nefretim eskilere dayanıyor, biliyorsunuz. Geceleri uyumayı özledim. Aynı şekilde öğlene kadar uyumayı da. Öğlen kalkıp çizgi film izleyerek okul formamı giymeyi öyle özledim ki bana deseler ki bir kere bunu yapabilirsin ama bunu seçersen seni vururuz, derim ki vursanız da önemli değil, çizgi film izleyerek okula hazırlanmak istiyorum.
Bu kimim ben ve yarın endişeleri beni öyle gerdi ki üç gün önce winx club izlemeye başladım. (Buraya çocukken bir kere bile izlemediğim halde Flora olduğumu not etmek isterim.) Bazen endişeden dolayı midem kasılıyor ve zaten yediğim şeyler bir elin parmağı kadarken onlardan da mahrum kalıyorum. Yanlış anlamayın öyle yiyeceklere karşı bir alerjim yahut da hastalığım yok, şımarığım ben. Yemek seçiyorum. Hayatım çiğ sebze ve hamur işine bağlı bir şekilde ilerliyor ve neden hala fazla kilo alarmı vermediğim hakkında bi teorim yok. Bu varoluşsal krizlerim içinde okul ve dershane arasında sürükleniyorum ve bu beni güçsüz hissettiriyor çünkü akşam eve geldiğimde parmaklarımı dahi kıpırdatamıyorum. Ne olduğunu anlamadan akşam okuyor ve zamanın gücü karşısında ürperiyorum ki eğer bir varoluşsal kriz yaşıyorsanız zamanın farkına varmak size pek de güzel hissettirmiyor.
Sesim daha da kısıldı sanki.
Üç ay kadar önce sesini kullanamayan insanlara yardım etmek için kendini feda eden kız bir yere kayboldu ve onu bulamıyorum. En ihtiyacım olduğu anlarda bile. Bu size gerçekten güzel hissettirmiyor. Böyle, nasıl desem, omuzlarınızda sizi zar zor yürüten bir çanta var ve siz yedi kırk otobüsüne binmişsiniz gibi. Üstüne üstlük de otobüs şoförünün Şimşek McQueen kullanıyormuş gibi hissetmek istediği sabahlardan biri gibi.
Amerikalıların ya da ingiliz sömürgesindeki herkesin de dediği gibi dostlarım;
Man, this is suck.
Hayır, ciddi olarak soruyorum, kimim ben? Bir isim ve ardından da gelen bir soy isimle tanımlanamayacağımın farkındayım. Bir kaç rakamla birlikte belki doğduğum yıla ulaşılabilir yahut belirli ve yüksek mecralar kimlik numaramla (ki bu da bir kaç rakamın içine giriyor) fazladan bilgi edinebilirler ama ben bundan ibaret olamam. Olmamalıyım. Bir robot değilim ki yalnızca isim ve birkaç rakamla tanımlanabileyim. Robot olmadığımdan eminim, sitelerdeki 'ben robot değilim' kutucuğunu işaretleyebilecek yetkiye sahibim ve bu da robot olmadığımın kanıtı.
Şu sıralar kim olduğum hakkında çok fazla düşünmeye başladım ve bu düşüncelerin gece ikiden sonra aklımda yer etmesi bana üstad ted mosby'i hatırlattığı için beni endişeye sürüklüyor. Neredeyse on sekiz yaşındayım. Bunca yıl boyunca kim olduğum hakkında zerre düşünmedim ve sizi temin ederim ki önceki hayatımda bile böyle mutlu yaşamamışımdır. Ama şimdi bu kim olduğunu sorgulama işi hayatımın o mutlu geçen kısımlarını keskin bir darbeyle sona erdirdi ve bu durum beni hiç memnun etmiyor.
Bir öykü okumuştum, bir zamanlar ejderha olan bir insanın üşümesinin verdiği acı hakkındaydı ve dostlarım, ister istemez kendimi o bir zamanlar ejderha olan insana benzetiyorum. Hayır, önceki hayatım da dahil olmak üzere hiç ejderha olmadım hatta bir kere bile ejderha görmedim. Ama çok sıcak bir çocukluk yaşadım. Kahvaltı sonrası sokağa çıktım ve güneşin batışıyla beraber üzerime sinen o tarif edilemez sokak kokusuyla eve girdim. Çok top patlattım, bisiklet sürmeyi destek tekerleriyle öğrendim ben de birçok çocuk gibi ve destek tekerlerine bağlıyken hız yapmamam gerektiğini tecrübe ettim defalarca. Renkli taşları ezip toz haline getirdim ve onlarla yemek yaptım. Buzdolabından aşırdığım peynirlerle çok kedi besledim. Horoz tarafından çok yere düşürüldüm ve sonrasında ağlayarak kümesteki yumurtaları topladım. Karıncaları çok severdim ve bizimle yaşamalarını isterdim. Elimle tek tek karınca toplayıp bir kovaya doldururdum ve sonra o kovayı evimizin salonuna dökerdim. Bir gün asker karıncaların yuvasına elimi daldırdım ve o günden beri karıncalara yaklaşırken iki kez düşünüyorum. Kağıt katlama konusunda iyiydim, ejderha bile yapabiliyordum ama zamanla hepsini unuttum.
Okulda, boyum uzun olduğu için hep en arkaya oturtuldum ve beklemekten nefret ettim. Çok kitap okudum ve çok konuştum. Çokça dışlandım ve okul değiştirdim. Kendini ifade edebilen bir insana göre gerçekten saçma ve talihsiz şeyler yaşadım ama yarını bir sürpriz kabul ederek neredeyse on sekiz yaşıma geldim ve açıkçası yarını düşünmeme neyin sebep olduğunu bilmemek beni daha da endişelendiriyor. Çünkü bilsem önlem alırım ya da durumu ortadan kaldırırım. Ama bilmiyorum ve hiçbir şey yapmadan öylece beklemek beni sinirlendiriyor. Beklemeye olan nefretim eskilere dayanıyor, biliyorsunuz. Geceleri uyumayı özledim. Aynı şekilde öğlene kadar uyumayı da. Öğlen kalkıp çizgi film izleyerek okul formamı giymeyi öyle özledim ki bana deseler ki bir kere bunu yapabilirsin ama bunu seçersen seni vururuz, derim ki vursanız da önemli değil, çizgi film izleyerek okula hazırlanmak istiyorum.
Bu kimim ben ve yarın endişeleri beni öyle gerdi ki üç gün önce winx club izlemeye başladım. (Buraya çocukken bir kere bile izlemediğim halde Flora olduğumu not etmek isterim.) Bazen endişeden dolayı midem kasılıyor ve zaten yediğim şeyler bir elin parmağı kadarken onlardan da mahrum kalıyorum. Yanlış anlamayın öyle yiyeceklere karşı bir alerjim yahut da hastalığım yok, şımarığım ben. Yemek seçiyorum. Hayatım çiğ sebze ve hamur işine bağlı bir şekilde ilerliyor ve neden hala fazla kilo alarmı vermediğim hakkında bi teorim yok. Bu varoluşsal krizlerim içinde okul ve dershane arasında sürükleniyorum ve bu beni güçsüz hissettiriyor çünkü akşam eve geldiğimde parmaklarımı dahi kıpırdatamıyorum. Ne olduğunu anlamadan akşam okuyor ve zamanın gücü karşısında ürperiyorum ki eğer bir varoluşsal kriz yaşıyorsanız zamanın farkına varmak size pek de güzel hissettirmiyor.
Sesim daha da kısıldı sanki.
Üç ay kadar önce sesini kullanamayan insanlara yardım etmek için kendini feda eden kız bir yere kayboldu ve onu bulamıyorum. En ihtiyacım olduğu anlarda bile. Bu size gerçekten güzel hissettirmiyor. Böyle, nasıl desem, omuzlarınızda sizi zar zor yürüten bir çanta var ve siz yedi kırk otobüsüne binmişsiniz gibi. Üstüne üstlük de otobüs şoförünün Şimşek McQueen kullanıyormuş gibi hissetmek istediği sabahlardan biri gibi.
Amerikalıların ya da ingiliz sömürgesindeki herkesin de dediği gibi dostlarım;
Man, this is suck.
Yorumlar
Yorum Gönder