sigara dumanını nefes yapan odalarda atılan naralar

Sigara dumanını nefes yapan odalarda atılan naralar

 Yazılar yolluyormuş bir yayınevine. Komşular bunu konuşuyor, pek ahlaksızmış doğrusu, evinde kalıp kendine çeki düzen vereceğine oraya buraya yazı yollarmış, yazdıklarıyla naralar atarmış. Hiç yakışmazmış doğrusu ona böyle bir şey. Hem de tüm kasaba onu namuslu bir kadın olarak bilirken... kocası da terk etmiş onu diyorlar, buraya geldiğinde yalnızdı ama terk etmiş diyorlar işte, ister inan ister inanma hem öyle bir kadının yanında kim durmak ister ki? Bir de kardeşi varmış ama ince hastalıktan vefat etmiş, pek yardımsever pek saygılı bir çocukmuş, ablasının bu hâlini iyi ki görememiş, hâli nice olurmuş.

 Tüm kasaba onu ayıplarken o namussuzluğuyla yetinmemiş, gitmiş bir de Rudolf’un kızlarını toplamış evine, yaptığı ahlaksızlığı bir madalya gibi göstermiş onlar, kızlar evden çıktıklarında yüzleri bembeyazmış zaten bir daha da o kızları dışarı salmamış babaları. En büyüğüne bir doktor talip olmuş şükür de adı namussuz kalmamış. Alnı lekelenmemiş, diğerleri küçüktü, onları evlendirmez sanıyorduk ama ilk talip olana verdi üç kızını da. Zenginmiş damatları, kızlar küçük olsa ne olurmuş canım, refah içinde yaşayacaklarmış. Biz de tamam dedik, ne diyelim, önümüze onu sürdüler.

 Wilma çıldırdı tabi, gencecik kızlara yapılanı görünce. Babasıysa n'olmuş dedi meydanda. Sahipleri değil ya hem kızlar da mal değil dedi. Çok ayıplandı ama susmadı, çığırdı da çığırdı, onlar daha çocuk dedi, bırak da oyun oynasın bırak yaramazlık yapsın, toza toprağa bulansın ama yok, Kasap Rudolf bu hiç söz dinler mi? Wilma'yı da dinlemedi. Zaten kimse dinlemezdi Wilma'yı, o da herkes gibi yaptı.

 Wilma'nın dediğine göre çok ağlamış kızlar düğün günü, en çok da küçük olan Violet, kan çanağı olmuş gözleri, üzerinde fazlaca kadınsı duran elbisesine takılıp dururmuş ayakları ama annesi paylamış sonra onu o da ağlamayı kesmiş. Refah içinde yaşayacakmış canım, kahkaha atması gerekirmiş ama atmasınmış, ahlaksız derlermiş ve babaları böyle bir lekeyle yaşamaktansa onuruyla ölmeyi tercih edermiş.

 Düğünden sonra bir hafta boyunca göremedik Wilma'yı. Meğerse şehirdeymiş. Postacı yazılarını almaz olunca kendi gitmeye başlamış yayınevlerine. Kovulmuş diyorlar, bunu derken de pek mutlu oluyorlar doğrusu. Sonra bir uğultu sardı kasabayı ama bu uğultu öyle bir uğultuydu ki kasabada yer yerinden oynadı. Dediklerine göre bizim Wilma, yasadışı toplantılar düzenlemeye başlamış şehirde. Aman dediler çocuklarımızı uzak tutalım, bize de bulaştırır hastalığını. Toplantı kızlı erkekliymiş, şehirdeki kadınlar da pek bir ahlaksızmış, sigara dumanının nefes olduğu odalarda ne toplantısı olurmuş. Toplantı odalarının nasıl bir yer olduğunu nereden bildiklerini pek merak ettim ama sormadım yoksa yerdim tokadı. Alışık olmadığım şey değil tokat ama durduk yere de yemek istemem, kim ister ki?

 Sonra gelmez oldu Wilma, şehirde yasadışı işlere karışmış dediler, pek ahlaksızmış, utançtan ölmediğine herkes şaşırmış. Devrimcilerle kol kola gezer, sol yumruğunu kaldırarak naralar atarmış. Vay be dedim duyunca, vay be, ne kadar da havalı dedim. Bizim Wilma devrimcilerle yoldaş ha!

 Herkes Wilma'yı unuttu derken bir sabah kapımızın önünde bir gazete bulduk, devrimcilerin ,içerdiği gazeteymiş, burada basılmazmış, birisi getirmiş de koymuş herkesin kapısının önüne. Sonra anladılar, Wilma olduğunu. Bizimkinin içinde bir not buldum, bana yazılmış bir not. Diyordu ki Emma, kırlangıçların efendisi Emma, kaç gel yanıma, refah içinde yaşatamam seni ama kaç gel yanıma ki özgürleştireyim. Zengin birine karı olmasana kaç gel yanıma. Altına da bir adres bırakmış. Notu sakladım koynuma ve üç gün bekledim. Ortalık duruldu, bir gece arka kapıdan çıktım, koynunda notla. Minicik çantamda bir kaç parça kıyafet azıcık da para. Düştüm yollara ama pek korktum ayı çıkar diye. Adres yakınmış gerçi, sabaha vardım. Wilma karşıladı beni, kaç gündür yolumu gözlermiş. Çok korkmuş zengin birine karı olacağım diye, Violet gibi olacağım diye çok korkmuş.

 Violet'i sordum sonra, onu da yanına almış. Kocası düğün günü öyle dövmüş ki o günden beri konuşmazmış, sağ gözüne perde inmiş. Wilma'nın devrimci arkadaşları da hemen Violet'i kaçırmışlar, adam da ölmüş, kör kurşun işte. Fiona da onunlaymış, Violet'in bir büyüğü. Kocasının uyuşturucu sattığını görmüş, kocası da onu atlara çiğnetmiş. Sol ayağı aksarmış, yeni yeni yürüyormuş. Yaşaması bir mucizeydi dedi Wilma. Çok üzüldüm tabi, sonra korktum da. Violet'in o altın sarısı saçları parlamaz olmuş çünkü, gözlerimle gördüm. Fiona kasabaki en güzel dişlere sahipti, iki dişi kırılmış, gülmez olmuş haliyle. Kocası hapisteymiş ama altı aya kalmaz çıkar diyorlar, para ödeyecekmiş hapiste yatmak yerine, yargıç da bir ahbabıymış zaten. Wilma çıksa bile yaşatmazlar onu diyor, çok ah almış, bizim devrimciler de peşindeymiş, rahat vermezlermiş. Arada bir Rudolf'a mektup yazarmış, kızlarının nasıl olduğunu söylermiş ama bugüne kadar cevap gelmemiş.

 Sonra yazı masasına götürdü beni, sağdaki çekmeceyi bir açtı, benim şiirlerim fırladı ortaya. Teşekkür etti bana. Şarkılar yaptık yakamıza senin şiirlerini dedi. Birer kopyalarını basıma götürdük, kırlangıçların efendisi adıyla basılacak. İstersen bir nüshayı kasabaya yollarız dedi. Gözlerim buğulanıverdi o öyle deyince. Ağlama dedi sonra, yakamıza şarkılar peydahladık biz. Ağlamak yakışmaz bize, sildi yanaklarımı. Sonra da toplantıya gittik beraber.

 Kasabadakiler haklıymış, kızlı erkekli bir odada, sigara dumanını nefes yapmış insanlarla naralar atarken aklıma geldi, gülme tuttu da kimse anlamadı, mutluluktan sandı herkes.

 Sahi, kasabadakiler nasıl bildi bu odaları? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bebeler ölürse mutlu kalır benim bebem yaşasın tam büyüsün

çırpındım çabaladım su aldım batayazdım. ne güzel bir mayıs günü.

Hepimiz eve dönmeye çalışıyoruz.