toprak kokusu, ezilmiş narçiçeği ve şıngırtılar

Toprak kokusu, ezilmiş narçiçeği ve şıngırtılar

 Uzun zaman oldu kapıları çarpalı, daha doğrusu kapı çarpmayalı çok uzun zaman oldu. Zaman kavramını yitirmişim okula ilk başladığım gün. Aramaya da çalışmamış, yaşamış gitmişim bunca yıl. Ha bir eksik ha bir fazla. Her şey bir süredir olup bitmekte zannımca.

 Çok uzun zaman önce elimde kalan son kapıyı da çarptım sonra yola düştüm. Ben vardım yol vardı ve cebimdeki anahtarın şıngırtısı vardı ama sonra anahtarımı kaybettim. Hoş, bir umut bulacağım kapılara uyar diye almıştım yanıma zaten öyle önemli değildi ama yine de üzüldüm, benden bir parçamı kaybettim sonuçta, nasıl üzülmeyeyim? Üzüldüm ama geri gelmedi, gerçi aramadım da herhalde pek umursamadım.

 Yola düştüm demiştim, tek düşen ben değilmişim. Göz göze geldiğim herkese ismini sordum. Havadan sudan muhabbetleri sevmem ben, tanışmayı severim. Hatırlamam sonra çoğunu ama yine de sorarım isimleri, öğrenirim bir süreliğine. Çok isim duydum, gerçek isimleri mi bilmem tabi ama yine de isimler, seçilmiş kelimeler ne de olsa. Bir çocukla tanıştım, aynı anda sorduk isimlerimizi, şaşırdım tabi, bunca zamandır yoldaydım ilk defa aynı benim gibi pat diye isim soran biriyle karşılaşıyordum. O da şaşırdı, kocaman açtı gözlerini, pek bir sevimli oldu gerçi, öyle kocaman açınca gözlerini daha da parladı gözbebekleri. Tanıştık sonra, Renoir'mış adı, öyle söyledi ya da onu seçti, bilmem. Ben de Dimitri dedim, onu seçtim. Fark etti bir isim seçtiğimi, o da öyle yaptı galiba, ses etmedi bu yüzden, üstelemedi. Gazeteciymiş. Ülkenin en iyi haberlerini yapan bir ajansta, ülkenin en iyi haberlerini yaparmış ama bir gün tam da deklanşöre basmışken ellerindeki kuvvet gidivermiş. Öyle olunca da kamerası pat diye düşmüş, paramparça olmuş. Başı kalabalıklaşmış da kalabalıklaşmış, sandığından daha fazla tanınıyormuş, millet yerdeki parçaları toplayıp ona vermeye çalışıyormuş ama o oradan gitmiş. Puf diye gitmiş hem de. Kimse fark edememiş herkes yerdeki parçaları toplamakla meşgulmüş. Bir sanda ortadan kaybolunca da ülkenin en iyi haberlerini yapan ajansında haber olmuş, bir şehrin etrafını dolanırken meydandaki panoda görmüş kendini, bastıkları resimde de pek mutluymuş, çok şaşırmış kendini öyle mutlu görünce o kadar uzun süredir mutsuzmuş gibi hissediyormuş ki daha önce mutlu olduğu hiçbir anıyı hatırlamıyormuş.

 Çok heyecanlandım tabi kendim gibi biriyle tanışınca. Siz bilmezsiniz zaman kavramı olmayan birilerini tanımak istemenin çaresizliğini, bunu bilmek için zaman kavramını yitirmeniz gerekir.

 Sen kimdin Dimitri dedi bir gün bana hem de yolun tam ortasında. Kalakaldım tabi, ilk kez duyuyordum böyle bir soruyu, cevap veremedim bir süre. İkimiz de sessizce yürüdük bu zaman zarfında. Ben de kim olduğumu düşündüm tabi, boş durmadım. Önce geceler geçti sonra da gündüzler ve ben bilmem kaçıncı gündüzün ortasında kim olduğumu buldum. Ben dedim çirkin bir kasabada tıpkı kasaba gibi çirkin bir odadaydım, bir de yazı masam vardı. Kalemler, hokkalar , kalite kalite kağıtlar... bir yazardım herhalde ama bir gün çok ağladım, öyle çok ağladım ki kağıttaki mürekkebe bulaştı yaşım, dağıttı yazıları, kim yazdıysa pek bir güzel el yazısıydı. Sherlock yanımda olsaydı güzel ve asil bir hanımefendinin nar çiçeği ezen parmaklarından çıktığını söylerdi mektubun ama yok, hatırlamaya yeni yeni başladım , bir adamın elinden çıkmıştı mektup. Güzel, asil bir adamın toprak kokan ellerinden çıkıp gelmişti masama. Pek içliydi doğrusu, hayatımda hiç öyle ağlamamıştım. Sonra, çarptım kapıyı çıktım evden, ilk önce çirkin odamın kapısını çarptım, sonra da dik merdivenlere açılan kapıyı, ev zangırdadı ben kapıları çarptıkça ama zerre umursamadım evin çökmesinden olduğu yere, ne güzel olduğum yere gömülürdüm, defin işlemlerine para harcamaya gerek kalmazdı ama çökmedi ev ve ben dış kapıyı da çarptım.

 Sarı bir gömlek vardı sırtımda, kumaşı pek kaliteliydi ve mavice bir pantolon vardı bacaklarımda. Ayakkabılarım yazlık türden, hafif olanlardandı. Yola düştüm dedim, ağlayarak birçok kelimeyi dağıttım sonra da çarptım kapıları, şimdi de buradayım. Bir süredir yoldayım. Önceleri, yola adımımı ilk attığım zaman, bir anahtarım vardı, çirkin evimin anahtarı, belki bulacağım kapılardan birine uyar diye almıştım, kaybettim sonra, düşürdüm herhalde zaten önüme de anahtar uydurmaya uğraşacağım bir kapı çıkmadı.

 Ne kadar oldu bilmem, okula başladığım ilk gün kaybetmişim zaman kavramını ama bir süredir yoldayım, buradayım dedim. Sustu Renoir, cevap vermedi. Her adımında bir şıngırtı sesi vardı, bu sefer önce gündüzler geçti ve sonra da geceler, bir gece daha geçerken tam gecenin ortasında elini cebine attı ve yakaladı şıngırtıyı, bunca zamandır aradığım senmişsin meğer, al dedi ve bıraktı şıngırtıyı avcunun ortasına; çirkin evimin anahtarı. Dedi ki bana bu anahtar artık senindir, yolun açık olsun.

 İşte dostlarım yollardayım yine, bu sefer anahtar cebimde değil bir ip buldum rastgele bir şehrin etrafını dolanırken kolye yaptım anahtardan, kalbimin her atışı bir şıngırtı getirir o yüzden, ben hep yürürüm, anahtar da hep toprak kokar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bebeler ölürse mutlu kalır benim bebem yaşasın tam büyüsün

çırpındım çabaladım su aldım batayazdım. ne güzel bir mayıs günü.

Hepimiz eve dönmeye çalışıyoruz.