Devletin Elleri

 Ateşin başında iki yabancı beden. Biri dört ayaklı ve hasar almış çokça. Diğeri de cılız mı cılız. Dört ayaklı olan belki kalıcı hasarlar almadan önce ihtişamlıymış ama şimdi bayağı hasta görünür. Kasapların hepsi acır yavrucağa da dükkanı kapatırken köpeciğe de pay getirirler. Esaslı insanlarmış.

Cılız olan kimin nesi kimse bilmez. Buralardan değil, kıyı kesimin ağzıyla konuşur. Kıyı kesimindekiler pek sevmezler merkezi, ondandır ki buraya nasıl düştü herkes merak eder. O da kapalı kutu gibi ağzını açmaz, bazen çok bazen birisi gelir de kaliteli bir içki getirir bizimki de hafifleyince konuşur. Pavel'miş adı mesela, abisiyle yaşarmış. Abisine öyle büyük bir saygısı varmış ki, öve öve bitiremedi onu. Anası babası öldükten sonra herkesi o toparlamış, iki küçük kız kardeşi varmış da hep abisi okutmuş, hepsi iyi yerlere gelmişler şimdi yurtdışına çıkmışlar ama bizim cılız bırakmamış abisini, ona destek olmak istemiş. Abisini anlatırken pek sesi titredi, öldü mü yoksa? E iki kız kardeşi varmış yurtdışında parayı bulan bakmamışlar mı bizim cılıza. İçinden çıkılmaz karışık kuruşuk bir sürü olay, kafam da basmaz zaten. Bu köpecik takımı da her gün gelmez yanımıza, ateşin başında olmadığı günler nerede olur kimse bilmez, gören olmaz onu. 

 Bizim burada bir Kalika var, göl kenarında limon sarısı bir meyhanesi var. Pek tatlı bir telaffuzu var herkes sever onu bizim burada. Kimseye kötülük etmez, hep doğrunun yanında durur. Akşam çöktü çökecek, hava hafif serin, yağmur rüzgarı vurur yüzümüze. Yağmur yağınca Kalika hepimizi meyhanede misafir eder. Çıtır çıtır eder sobası. Battaniyeler ne olduğunu bilmediğim bir çiçek kokar, insanın içini açar. İşte bu bizim Kalika geldi meyhaneye, mor bir şemsiyesi vardı, sırılsıklam olmuş şemsiyesi, yağmur başlamış ama o farklı bir telaş içinde. Dalyandan gelen çocuğu arıyor polis dedi. Dalyandan gelen çocuk da bizim Pavel, ne yapmış da arıyor polis dedik. Kimseye zararı yok o çocuğun. Bizim bu cılız meğersem daha minicikmiş, on yedi yaşındaymış da ailesi kayıp demiş polise, yana döne ararlarmış. Kalika’nın öğrendikleri tabi bunlar, hikayenin bir de öbür tarafı var. Ben bu cılız çocuk abisini anlatırken sesi titredi diye öldü sandım abisi ama bak ölmemiş, bir şey olmuş abisine bu çocuğun. Öyle saygı duyduğu birinin yanından kaçmaz bu çocuk. Hepi topu ne kadardır tanırsın bu çocuğu Andre deseniz kalakalırım tabi ama içten içe de bağırırım KAÇMAZ BU ÇOCUK diye.

 Biz öyle fısır fısır konuşuyoruz bir anda aklıma geldi biz on yedi yaşındaki çocuğa içki mi içirdik şimdi? 

Pek dağınıktır kafam, konudan konuya atlarım. Doğduğumdan beri böyleyim işte, kafam dağınıkken doğmuşum, yaşama telaşından da toplamaya vakit olmamış bunca yıldır.

 Biz ferah kokan battaniyelere sarınmış dururken pat diye açıldı meyhanenin kapısı. Korktuk tabi, bizim buralarda kimse, hele de Kalika'nın meyhanesine, böyle sert açmaz kapıları. Merkez dediğimize bakmayın, kırsalda küçük bir kasabayız. Herkes birbirinin huyunu bilir, öyle turistik bir yer de olmayınca yabancı hareketler ürkütür bizi. 

 Bizim Pavel, köpeciğiyle girdi meyhaneye, köpeciği arkasından girdi de öyle kapattı kapıyı. İkisi de sırılsıklam olmuş, o ferah kokan battaniyelerin yerini ıslak köpecik kokusu aldı bir bilseniz nasıl üzüldüm battaniyelerin kokularına ama Kalika hiçbir şey demedi. Köpecikle Pavel'in sırtına mor havlularından atıp sobanın yanına oturttu ikisini de. Bizim cılız oğlanın göğsü de kuş olmuş, öyle hızlı nefes veriyor ki sanırsınız aldığı nefes yakıyor içini ama yetmiyor da, daha çok susatıyor. Ben de ne çirkin bir benzetme yaptım canım.

 Kaçtım polislerden demesin mi bizim çocuk, aman aman, bizimkilerin dizleri titremeye başladı. Bizim öyle polisle devletle işimiz olmaz. Yakarız ateşimizi, ısınırız. Üç beş hayvan besleriz meyhanede otururuz. Bizim gibiler için devlete bulaşmak kendine estetik bir idam yeri beğenmekle aynı şeydir. 

Devlete bulaşan adamın sırtı sağlam olur, herhalde bu oğlan pek tekin değil ama neylersin sığınanı kovmak olur mu? Biz de sakladık yavrucağı. Üç gün meyhanede yatıp kalktı. Saklandı saklanmasına ama ağzından köpecikler kedicikler lafı bir kere düşmedi. Aç kaldılar diye her öğünde ağladı. Her sustukça ağladı. Anlamadık tabi, meseleyi uzaktan biliyoruz, polisten kaçtığını bile yeni öğrendik, isteyince anlatır diye düşündük de kurcalamadık. Kurcalamadığımız iyi olmuş, üçüncü geceyi sabahlarken dili çözülüverdi bizimkinin. Meğer yanımızda değilken tepedeki köpeklerle olurmuş. Onları beslermiş elinden geldiği kadar. Yanındaki yaralı, çokça hasar almış köpeciği de abisinden kurtarmış. Abisi... Abisi çok başka bir mesele. Anlattığına göre yeri ayrıymış, ayrı olacak tabi, tüm aileyi bataklıktan çekip çıkarmış, dönebilecekleri bir yuva vermiş. Köprü altlarında, sokaklarda bir kere bile sabahlamayalar bir yuvaya sahip olmanın önemini bilmezler. Bizimki abisini, verdiği yuva için yüceltip göklere çıkarırken abisinin gerçeklerini görmüş de çıkarttığı gökten ve yücelikten aşağı düşüvermiş. 

 Abisi sırtını devlete dayamış. Bizim burada sırtını devlete dayayanların ellerinden kan damlar şıp şıp. 

 Şıp.

 Zulmün büyüğü küçüğü olmaz ama bizimkinin abisi insan kaçakçılığından köpek dövüşüne kadar her zulmün içindeymiş. Yanındaki köpeciği de abisinden kurtarmış.

 Kaçıyordum Andre dedi bana. “Kaçıyordum, kapı aralığından görüverdim minicik kalmış nefesleri hırıltılı son dövüşünde dişleri de kırılmış, vuracaktı abim dayanamadım gözüm döndü deliye döndüm abimi dövdüm köpeği aldım kaçtım. Ne yapacağımı bilemedim dedim o kadar insan mahvoldu abinin zalim ellerinde Pavel, onları göremedin kurtaramadın ama bak bu köpeği gördün kurtardın engel oldun abine dedim kendime ama duramadım çok ağladım. Buraya gelirken bir teyze vardı köpeğe yardım etti halimizi görünce, bacağına merhem sürdü kapandı yarası ama benim kapanmadı hala kanar içimdeki yara ben bu utançla nasıl yaşarım nasıl yaşayacağım ben, ben ve benim bu boynum nasıl tutacak kafamı nasıl düşmeyecek kafam kucağıma ben ne yapacağım bu ağır boynumla?” 

Üçüncü gecenin sabahından dördüncü geceye kadar ağladı yavrucak. Hem anlattı hem ağladı. Ne yaparım nasıl yaşarım dedi durdu omuzları çöktükçe çöktü köpecik de çocuk ağladıkça yanına sokuldu anlar gibi. 

 “Bana yuva verdi bana yaşımı silecek bir el verdi cebime anahtar koydu ama her şeyi zulmün üstüne kurmuş ben o yuvada yaşamanın orayı yuva bellemenin utancıyla ne ederim? Şimdi de beni arar hatasını kabul etmez çok konuştum onunla açıkla bunu dedim kaç çaresizin çaresine kıydın yere kaç damla kan damlattın neden yaptın dedim çocuksun dedi hiddetim göğsüme sığmadı Andre şimdi de sığmıyor abim beni arıyor abim eli kanlı devletle beraber beni arıyor yuva bellediğim yere götürecek beni utancımı ağırlaştırdıkça ağırlaştıracak ki bir süre sonra alışayım utanca, öyle alışayım ki yüzüm bile kızarmasın istiyor abim ben ne edeceğim Andre?” 

Bir şey diyemedim, o da yattı omzuma ağladı içini çeke çeke. Ne diyebilirim diye çok düşündüm eline sıcak çay tutuşturdum elimden ellerini ısıtmak dışı bir şey gelmedi. Devlet diyor, bizim devlete bulaşmamız canımızdan vazgeçtiğimiz anlamına gelir. Şanslısın canın seninle diyemedim utancı benim bile boynuma yüklendi çünkü. Abin o senin sana yuva vermiş dönecek bir ev vermiş yaşını silecek bir el vermiş hala dönecek bir evin varken dön de diyemedim. Kaç kurtar kendini, al köpeciği al şu çantayı, kaç alabildiğin kadar da diyemedim üç gündür polisler bizim burada hem devletten ne kadar kaçabilir ki bizim gibiler devletin toprakları üzerinde olduğu sürece, çok çaresiz hissettim çok önemsiz çok öylesine çok olmasa da olur hissettim kendimi çok utandım kendimden sabaha kadar ağladım tam yorgunluktan uykuya dalacağım meyhanenin kapısını ağır tabanlı ayakkabılar yıktı geçti ne oluyor diyemeden deliye dönemeden bizim cılızı kucakladılar. Arkalarında barut kokusu, meyhanede çamurlu ayak izlerini koyup gittiler, bizim köpeciği de terk ettiler. Bizim çokça hasar alan köpecik ne yapsın arkasından koşsa dört ayağı bir değil aksar durur havlasa bağırsa çığırsa nefesi kesilir ne yapsın bizim bu köpecik? Yanıma sokuldu, koydu kafasını kucağıma Kalika gelene kadar ikimiz ağladık sonra Kalika geldi gördü halimizi sonra üçümüz ağladık.

 Ben alışığım ağlamaya, terk edişlere, sokaklara, keskin barut kokularına ve ayak izlerine. Alışığım sokakta olmaya o yüzden uzun sürmedi ağlamam. Yaramın kanaması durdu, kabuk bağladı ama iyileşmedi, iki yılı geçti devletin bizim cılızı kucaklamasından, köpeciğin gözlerini gördükçe içimdeki o kabuk kalkar da içimi yakar. Sonra köpecik başını kucağıma koyar. Ateşin başında ikimiz, Kalika, sokaktan üç dört kişi, iki şişe ucuz içki, köpeciğin ağlamasını dinleriz. Ben ağlamam ben alıştım ağlamaya ama köpeciğin daha çok yolu var.

 Devletin elinden damlar kan şıp.

 Şıp.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bebeler ölürse mutlu kalır benim bebem yaşasın tam büyüsün

çırpındım çabaladım su aldım batayazdım. ne güzel bir mayıs günü.

Hepimiz eve dönmeye çalışıyoruz.