Bir Köpeğin Hiç Kirlenmeyen Beyaz Göğsü Üzerine

 Bir köpek var. Karşı bahçede. Boğazından bir metrelik zincirle bağlı. Bir buçuk adım kadar. Kısa. Özgürlüğü küçücük, iç acıtır. Polisleri ararlar mahalledekiler de nerdeeee... Polisin, devletin işi köpek miymiş, peh. Pek yazık derim. Pek yazık pek yazık pek yazık. Ona da bana da yazık. Özgürlüğüm bir oda kadar. Bir odacık. Odanın sonunda babam var. Babam tüm özgürlük düşüncelerimin kısıtlayıcısı. Korkunç. Karşı komşuyla, her ne kadar komşu denirse, canciğer kuzu sarması. İçimi acıtır bu durum da, o boynundan bir metre bağlı köpek gibi ben de kaçamam, gücüm yetmiyor o zinciri koparmaya.

 Bir gün kafaya koydum. Bir odanın dışına çıkamayan biri için kafaya koymak çok büyük bir iştir, anlayın. Dedim ki çıkacağım bu odadan, alacağım şu köpeği, bırakıvereceğim boynundaki zinciri. Köpeğin kafası siyah, sırtı da öyle, siyah ve kanlı. Döver bizim bu karşı ev. Kimse de bir şey demez. Duran hayvanı döverler, ne mahalle bir şey yapar ne de canımızı emanet ettiğimiz devlet. Bir ben varım, benim de kolum kanadım kırık, sesimi çıkarsam sesim kesilir. Belki başka benim gibi olan vardır belki... Ama hayır. Yok. Olsa bilirdim. Kırık kanadının şıpırtısını duyardım, nasıl diye sormayın, bilirdim işte. 

Köpeği bugün de dövdü, ne ister bilmem. Bizim evde otururlar babamla. Kahkahaları midemi bulandırır, kulaklarımı kaparım, kulaklarımı dağlamak isterim ki onları duymayayım ama ancak elimi kulaklarıma kapatabilirim. Bu kadar elimdeki güç. Bizim evden çıkışını, savsak adımlarını izledim, içimden şöyle okkalı bir dua ettim, oracıkta başına bir şey gelmesi için ama olmadı, yolun karşısına geçti. Ölecekmişim gibi hissettim. Oracıkta ölecekmişim, birdenbire, çığlık atmadan, sessizce ama ölmedim. Köpek bunu sever yine de, nedenini aklım almaz, yanına sokulmaya yeltenir de yer kafasına sopayı. Sonra da devamı gelir. Köpeğin kafası ve sırtı siyah, kan olur da parıl parıl parlar ilkin her yeri, sonra o kan kurur, keçeleşir tüyleri, sahte parlaklık gider, köpeğin omuzları çöker. Göğsü bembeyazdır ve ne olursa olsun beyaz kalır. Hiç kirlenmez. Çamurlar içinde debelenir nefes almak için ama göğsü hep beyaz kalır, hep parlar. Bazen göz göze geliriz, simsiyah kafasının içinde simsiyah ve her zaman üzgün bakan gözleri vardır. Belki de benim gözlerim üzgündür de köpeğin gözünde yansımamı görürüm ama ne zaman baksam içimdeki acı katlar kendini, sivriltir kenarlarını, battıkça batar göğsüme. Gözümü kaçırmaktan başka çarem kalmaz. İkimiz de aynı durumdayız, özgürlüğümüz yok ama onun benden farkı, sevgiye dair umudunun olması. Başının okşanacağını düşünüp kapıdan giren o ayyaşa bakışı. İkimizin tek farkı bu ve onunki daha kötü, sevginin var olmadığı bir bedenden sevgi bekler durur yavrucak. Daha kötü. 

Pek yazık pek yazık pek yazık. 

Babam kapıyı üstüme kilitler. Odamın sonunda babam var dedim ya, odanın bir sonu ve sonrası yok. Kilitler üstüme kapıları, gider ve gelmez. Belki gecenin bir körü ya da sabah ışırken gelir, çok az bir süreliğine açar kilidi. Çok az. Bundandır ki uyumam geceleri. Beklerim ki gelsin ve açsın kapımı. Muhtacım. Gururu kırılıyor tabi insanın hatta düşünüyorum bazen bu devlet bana özgürlük veremeyecekse devlet olmasının ne anlamı var diye de, işte.

 Köpek için polisi arayanlar senin için aramadı mı diye soracak olursanız, bilmem derim. Herkes görür beni camın ardında, gözlerime bakarlar gözlerimi görürler üzüntüm yansır gözlerine hatta belki acırlar bana ama o devlet babaya haber verirler mi bilmem. Herhalde babam boyadı gözlerini. Bu mahallenin gözleri pek çabuk boyanır, gündemi uzun süre aynı kalmaz, kimse sonsuza dek odak noktası olmaz. Camın benden tarafından baktığımda gördüklerim bunlar. Bir genç vardı, anne beni sokakta bırakma diye ağladı günlerce de kimse bir saniyeden fazla dönüp bakmadı. Bir gece, ben ve köpekten başka gören olmadı, eti yırtıldı yapıştı asfalta da gülerek izledi çocuk. Sonra da kayboldu, babamı beklediğim gecelerde gözümü hep etinin yırtıldığı asfalta dikerim çocuğu görebilecekmiş gibi. Gözlerimin önünden gitmez ağlarken bana bakması, benden medet umması. Diyemedim benim adımlarım oda kadardır, bakışlarım ancak pencere kadardır. Pek yazık. O çocuğa, bana ve köpeğe pek yazık.

Pek yazık pek yazık pek yazık.

Bakışlarım pencere kadardır. Penceremde küflenmiş, pis görünen parmaklıklar vardır. Pervazımda çiçekler yoktur. Düz bir perde odayla pencere arasını kapatır. Babam belki de biraz insaf sahibi olduğu için pencereden bakmama, perdeyi açmama izin verir. Akıp giden hayatı seyreder dururum uyumadığım zamanlarda. İkinci gün olacak, babam uğramadı eve. İkinci gecesi bitecek oda kadar kalışımın. Köpekten medet umuşumun ikinci gecesi bitti bitecek. İkinci gece biterken bir tanıdık görüyorum. Geliyor, köpekle arama giriyor, yere kıvrılıyor. Bir şeyler mırıldanıyor, anlamsız, duyulmuyor tam. Uykuya dalacak sanıyorum, onu izlerken bir anda bana dönüyor. Gözleri kan çanağı olmuş, cılız sokak lambasından bile kırmızılığı yakıyor canınızı. Kaç gün oldu oda kadar kalalı diyor. Nasıl bildiğine şaşırıyorum. Gerçek olup olmadığını düşünüyorum. Hayalimde mi konuşuyor acaba diye düşünüyorum. Sorusunu yineliyor. Aynı sözleri kullanıyor.

“Kaç gün oldu oda kadar kalalı?”

“İkinci gün bitti az önce.”

“Bekleyecek misin?”

“Çarem yok. Köpeği görüyor musun? Onun da benim de çaremiz yok. “

“Benim de yok çarem.”

“Sen oda kadar değilsin. Sen sokaklar kadarsın, uçsuz sokaklar kadar...”

“Ben soğuk asfaltlar kadarım. Çaresizim. Ya yarın da gelmezse, n'apacaksın?”

Yarın da gelmezse n’aparım diye düşünüyorum. Beklerim. Eğer ölmezsem susuzluktan ya da açlıktan. Ölmezsem eğer çaresizlikten, beklemeye devam ederim. Köpekten medet umarım güneş batarsa. Beyaz tüylerine bakarım da ferahlatırım yüreğimi. Sonra sırtına bakar da ağlarım içim çıka çıka. Yarın da gelmezse n’aparım? Yarın da gelmezse eğer daha da çaresiz kalırım. Çaresizken daha da çaresiz kalınır mı diye sorma, kalınır elbette. Daha da çaresiz kalırsam eğer, beklemem. Bekleyemem. Bir anda ağzımdan çıkıyor şu kelimeler.

“Yarın da gelmezse eğer, pencerenin altına gelir misin?”

“Parmaklıkları bile sökerim.”

“Umarım yarın da gelmez. Köpeği de alır mıyız?”

“İlk onu alırız.”

Güneş doğuyor. Gözlerimin önünde akıp giden hayatı izliyorum. Kulak kabartıyorum babamın ayak sesi için. Güneş batıyor sonra. Babamın gelmeyişinin üçüncü gecesine giriyorum. Köpeğe bakıyorum, beyaz tüylerine bakıyorum da ferahlatıyorum yüreğimi. Sonra herkes söndürüyor ışığını. Sokak yakıyor lambalarını ve o, soğuk asfaltlar kadar olan o, penceremin altına geliyor. Köpek bize bakıyor. Küflü parmaklıkları iri bir taşla dövüyor o, dört darbede yıkılıyor parmaklık. Dört taş darbesi ve biraz çare. Ayağımı atıyorum pervazdan aşağıya. Her hareketim kulağıma yankılanıyor. Öyle sessiz sokak. Kulaklarım babamın ayak seslerinde. Sokağın karşısına geçiyoruz. Köpek kuyruğunu sallıyor. Dili dışarıda. Zincirinin ucunu kurtarıyoruz bağlı olduğu boyundan. Boynu seriliyor önümüze, üstümüze atlayacak oluyor, yerinde zıplıyor köpek. Vakit kaybetmiyoruz. Bu sokaktan hemen kurtulmak gerek. Neredeyse koşarken gözlerim onun eline takılıyor. Gözleri hala kan çanağı, elleri kandan seçilmiyor. Duraksıyorum. O da duraksıyor, köpek bize bakıyor. O da bakışlarımın odağını fark ediyor.

“Gelemesin diye öldürdüm onu. Bak, artık oda kadar değilsin. Sonu gelmez sokaklar kadarsın.”

Dehşete düşmüyorum, aynı köpeğin hiç kirlenmeyen beyaz göğsüne bakmış gibi ferahlıyor yüreğim. Koşar gibi ilerliyoruz ucu bulunmaz sokakta. Köpek yanımızda, tam hizamızda, yıllar sonra koşmayı öğreniyor.

Odanın bir sonrası oluyor. Odaya ve öncesine dönmeyeceğime yemin ediyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

bebeler ölürse mutlu kalır benim bebem yaşasın tam büyüsün

çırpındım çabaladım su aldım batayazdım. ne güzel bir mayıs günü.

Hepimiz eve dönmeye çalışıyoruz.