kaskatı
"Bileğimden akan kanıma bakıp önceden de akmıştı dedim. Etim yırtılmıştı bir akşam, gülerek izledim." Evimi ararken sokağa düştüm ve uzandığım soğuk asfaltların benim evim olduğunu öğrendim. Kendimi bulmak için sustuğum zamanların sonunda kendimi hep bulunmayacak kadar kaybettim. Böyle oldu. Ne yapsam elime yüzüme bulaştırdım. İşlerimi hep yarım bıraktım. Aşkta kazanamadım, para hiç benim olmadı ki kazanıp kaybedecek bir statüye erişeyim. Paçalarıma çamur sıçrattım, ayakkabılarımı parlatmadım. Sakızı sesli çiğnedim. Bazen çayımı höpürdeterek içtim. Çaresiz ve katlanılmaz biri oldum yer yer ama tüm bunlara rağmen evimin arka sokağında, çöpün kenarında ölmeyi hak etmedim. Kimse hak etmez. Sokağımda bu kadar sefil şekilde ölmeyi hak etmedim. Annem beni kapının önüne koyduktan sonra sokakta yatıp beni içeri alması için yalvardığım gecelerden daha sefil bir hale düşemem sanmıştım. Yaşadığım müddetçe tabi. Ölürken böyle olacağını düşünmedim.
Kendimi çok kez ölürken hayal ettim. Gözümün önüne, evimde
ya da köhne bir otel odasında yalnız başıma ölüşüm geldi sadece. Madde oluyordu
bazen ölüm sebebim, bazen kendimi öldürüyordum. Susarken kendini kaybeden tüm
insanlar nasıl öleceklerini düşündüklerinde gözlerinde aşağı yukarı böyle bir
şey oluşur zaten. Yazılı olmayan kurallardan biri de budur.
O gözümün önünde canlanan hayallerden hiçbirinde bu kadar
yakın ölmüyordum. Yine gençtim. Sakallarım beyazlamamıştı, saçlarım
dökülmemişti hatta şimdi düşünüyorum da şimdiden bi altı yedi sene sonrasıydı
taş çatlasın. Yaşadığım onca sefalete rağmen böyle ölüme terk edileceğimi
aklımın ucundan dahi geçirmemiştim.
Hayal kırıklığı.
Neye karşı bir hayal kırıklığı olduğunu çözemedim ama işte,
koskoca bir hayal kırıklığı olarak geliyor yaşamım gözüme şimdi. Evet film
şeridi kısmını az önce atlattım ve yaşadığım her anın bir hayal kırıklığı
olduğunda karar kıldım. Ölürken bile, evet.
Haberlerde, hükümetin izin verdiği ölçüde, görüyordum ölen
yazarları, araştırmacıları. Bir şekilde ölüyorlardı. Yazarlar için acı kayıp
diyorlardı, araştırmacıların çoğu haberde gösterilmiyordu. Kalın perdelerin
ardında dilleri uzundu diyorlardı. Dediler yani. Biz de yazarız ama öyle kendi
halimize yaşamıyoruz. Belki de bu yüzden evimin arka sokağında, çöpün kenarında
ölmeyi layık gördüler bana. Oğlum diyorum, kendime, ne vardı bu kadar dik başlı
olmasaydın. Pisliğin içinde öleceksin ulan diyorum. İçimde hayıflanacak kadar
can kalmış, nasıl oldu bu bilmem. Neden hala bilincim kapanmadı onu da
bilmiyorum. Neden süzülmedim bedenimin içinden, bakış atmadım üçüncü göz olarak
kendime bilmiyorum. Evet biraz fazla romantik düşünüyorum ama sonuçta ölüyorum.
Bir insan kaç kere ölür, en azından cansız bedenime üçüncü bir göz olarak
bakmalıydım ya de ne bileyim ulan sevdiklerimin yanına falan süzülmeliyim
bilmiyorum o filmler kitaplar boşuna mıydı her şey yalan mıydı?
Yalandı tabi, ben dahi yüzde yüz doğruyu yazmazken bir de
diğer yazılanlara yalan diye burun mu kıvırayım, insan önce kendi söküğüne
bakmalı.
E diyeceksiniz bana oğlum Renoir, madem doğruları çıplak
bırakmıyordun, seni niye öldürdüler? Haklı bir soru sormuş olursunuz. Dedim ya,
ben pek kendi halinde yaşayan biri değildim. Evim burasıymış dediğim asfalttan
temiz bir şekilde kalkamadım, zift karası bir şekilde büyüdüm. Kodamanlarla
görüştüm, hatta bir kodaman devetüyü paltosunu üzerime bıraktı. Beni daha da
karaya buladı ama insanlar karalığımı görüp tiksinmiyorlardı benden. Devetüyü
paltonun içindeki adamların karalığından tiksinme hakkınız yoktur. Hatta bir de
deri kemerlerinde parlak silahlar taşıyorlarsa hürmet göstermekten başka
şansınız yoktur. Ben de bu kodamanların arasında büyüdüm. Yetiştim. Okudum
sonra. Kendimi çokça kez kaybettim. Sonra yakam sıyrıldı, boynumu bari
aklayabildim o sıyrılan yakamdan. Bir elim yine karaydı ama ak olan elimle
kalem tuttum, ak yazdım. Karayı bulaştırmadım. En azından başlangıçta öyleydi.
Sonra işler değişti. İnsanlara ulaştıkça karardım. İnsanlar bana hürmet ederken
ben kendimden tiksindikçe tiksindim. Ben
karardıkça kalem tutan elim de karardı, elim karardıkça da yazdıklarım.
Kendimi bataklığa gömdüm de gömdüm. Tekrar kurtulur muyum
diye aklamak istedim yazdıklarımı, işte buradayım. Evimin arka sokağında ve
çöpün kenarında, üç adet kurşunla ölmeyi bekliyorum. Beklentilerim yüksek,
yaşayacağıma olan umudum yok. Vücudum hem donuyor hem yanıyor. Öleceğim
yakındır. Ölümümden beklentilerim var. Pek sevdiğim yok ama şöyle süzülsem
bedenimden ve görsem bir apartman dairemi, son kez. Camdan içeri baksam da
olur, pamuk hep camdan sokağı izler, bir kere pamuğu görsem de öyle gitsem
ruhlar nereye giderse. İntikam alma gibi bir amacım yok. Ne annemden ne beni
karartan kodamanlardan. Katlanılmaz biriydim ve annem sokakta bıraktı beni,
çaresizdim ve kodamanların karalığına sığındım, sonra da kurtulacağımı sandım.
Böyle olması gerekiyormuş ve oldu. Biraz kırgınım. Hiç olmazsa daha temiz bir
yerde ölebilirdim, onca yıllık hukukumuz sonrası bu muamele pek yakışmadı.
Elden bir şey gelmez.
Eğer zaman kavramımı yitirmediysem kırk dakikaya beni
birileri bulacak. Her gün, aynı saatte, bir satıcı, tam da buradan, evimin arka
sokağından bağıra bağıra geçer. Beni görürse ki umudum bu yönde, bugün biraz
daha çok bağıracak. Ceset bulacak çünkü. Belki o kadar korkmaz, belki ben, onun
bu sokakta gördüğü onlarca cesetten biri olacağım ve soğukkanlılıkla yanımdan
geçip gidecek. Sabaha kalacak bedenim, kaskatı. Ben o zaman nerede olurum
bilmem. Umarım kendime bir kere göz atmış ve nereye gideceksem de oraya varmış
olurum.
Vücudum donuyor ve yanıyor gibi. Aldığım nefesler sıklaştı,
sıklaştı ve durdu. Sanırım öldüm. Evimin arka sokağında, çöpün yanında ve bir
ruh olup kendime, sevdiklerime bakamadan öldüm. Yalanmış her şey. Bütün ölenler
için üzüldüm, bütün ölüler bu yalanın doğrusunu acı bir şekilde öğreniyor. Siz
de üzülün. Eğer düşüncelerimden haberdarsanız tabi.
Ölü bir adamın düşünceleri çünkü bunlar. Ve kaskatıyım.
Yorumlar
Yorum Gönder